Hani tolstoy demişti ya …. ah Tolstoy sen gelince aklıma eski bir ahşap kokusunda kalan  çoçukluğun gelir aklıma…. Bir annenin ve babanın erken yaşlarda ki  kaybı….
Sözlerim mi daralıyor yoksa ruhum mu…
Elbette bu sana ve edebi kalemine derin izler bırakacaktı ama  yine de bu kadar ağır ve sancılı olmasını ikimizde istemezdik doğrusu.
Sophie, o muhteşem kadın… Yüreğinde acımadan çok sevgi olan kadın, nasılda dindirdi aile özlemini. Erken biten, yorulmuş, ve aranan bir aile özlemi.
 Ölüm sende hep kanlı bir korkuydu belkide…
O Yüzden sözlerine hep ‘s.j.v ‘ diyerek başlardın belki de. Yani bu kısaca ‘eğer yaşarsam demekti’ içi kanlı düşlerde….
 Sana öyle saygınım öyle sevgi dolu. Bu küçük bir kızın babasına olan aşkı gibi adeta. Artan ama hiç azalmayan saygı ve birazda özlem dolu.
Sarılsam geçer miydi özlemim sana, hayır hayır sana kahve yapsam, kızılcalanmış ve kırçılla dolu eteğimi dökerek otursam dizlerinin dibine…
Söylesene ne derdin bana uzun ve bekleyişli bir duruşun ardından…
Yazmanın tadını aldığım ve okumanın önemsiz olduğu şu daracık dünyada neden mi bu kadar sıkışıp kaldım, inan bende bilmiyorum.
Bunları düşünüp seni unutmak istemiyorum o halde seninde dediğin gibi ‘mutlu olmak istiyorsanız, olun’ mutlu olmak istiyorum ve olacağım. Bana fısıldarken ne de tatlıydı derinden gelen anlam yüklü bu kelimelerin. şimdi uzun lafın uzunu,  tramplemli mavi kapılara bakıyorum ve orası çok aydınlık ve umutlu.

CEYDA GÜNAY